Wednesday, 25 November 2015

Simid-i Halka ve Eskişehir

Eskişehir
Öyle ya da şöyle,15. ve 16. yüzyıllarda sınırlarını üç kıtada genişleterek büyük bir imparatorluk kimliği kazanan Osmanlı Devleti’nin doğuşu ve küçük bir beylik olarak tutunuşu Eskişehir ve civarındadır.İsmini alış hikayesini ise değerli tarihçi,yazar Necdet Sakaoğlu şöyle açıklıyor;“Anadolu’ya yaklaşık yüzyıllık bir mücadeleden sonra egemen olan Türklerin,Bizans’a karşı savaşlarında Dorilaium önemli bir kilit noktası olmuş,Selçuklu ve Bizans ordularının 1176’daki Dorilaium muharabesi burada yaşanmıştı.Mücadeleler nedeniyle tahrip olan ve uzun bir terk edilmişlik dönemi yaşayan eski kentin üstüne yeni bir şehir kuran Türkler bundan dolayı Eskişehir adını vermişler.”Sultan II.Abdülhamid’in bile,Osmanlı Devleti’nin doğduğu,atalarının vatanı konumundaki Eskişehir bölgesine verdiği önemi düşününce,çeyrek asıra dayanmaya ramak kalmış bir hayat serüveni içinde hiçbir zaman bu denli uzun süreli tecrübe etme şansı bulamadığım Eskişehir hakkında bir yazı yazmak zaruri oldu.

Dünya’da kaç yiyecek bir toplumun hemen her kesiminden insan tarafından tadılır ve o lezzeti tadan pek çok kişinin hayatının bir parçası haline gelir? Kaç yiyecek o toplumun yetiştirdiği en büyük şairlerin şiirlerinde kendisine yer bulabilmiştir? Kaç yiyecek memleketinizden ayrı kaldığınızda kendisini bu kadar özletebilir? Başka hangi yiyecek reddedemeyeceğiniz kadar davetkar çağırır sizi kendisine? Balkan ülkelerinde gjevrek ya da djevrek,Yunanistan’da kuluri,Romanya’da ise covrigi,ismi ile bilinmesine rağmen tarihimize “Simid-i Halka” veya bizlerin bildiği ad ile Simittir işte tüm bu sorulan soruların cevabı.Simit,Türk yemek kültürünün ve folklorunun önemli bir parçası olması yanı sıra,yüzlerce yıldır toplumsal ilişkilerimizi meydana getiren ortak duygularımızın ve paylaşımlarımızın beslendiği simgesel bir olgudur.Büyük seyyah Evliya Çelebi,17.yüzyıl Osmanlı dünyası için verdiği önemli ve detaylı bilgileri,yüzyıllardır toplumsal hayatımızın önemli bir parçası olan ve kendi tabiriyle “araba tekerleği kadar dediği bu ilk simitler içinde vermiştir.Yine büyük ustanın, “Şehir 17 mahalledir.Haneleri bağlı bahçeli mamur ve abadandır.Çarşısı 800 kadar dükkandan ibarettir.Havasının letafetinden güzelleri çoktur.Ahalisi garipleri seven adamlardır...”satırları ile “Evsaf-ı kal’a-i Eskişehir” başlığı altında özetlediği kentin,benim için hem simgesel hem de Eskişehir’in efsanevi Kalabak suyu,pekmezi  ve efsunlu bir taş fırınının ortaya çıkarabileceği tahrik edici bu eşsiz Susamlı Kebabı başta Bereket Simit Fırını ve daha niceleri,yüzyıllardır farklı isimlerlede olsa yaşamayı başarabilmiş bir kültürü sizlere kanıtlamak istercesine senelerdir bu cezbedici kokuyu Eskişehir sokaklarıyla paylaşıyorlar.

Continue Reading...

Thursday, 19 November 2015

"Fermantasyon ile Uygarlık Birbirinden Ayrılamaz"

Amerikalı şair John Ciardi “Fermantasyon ile uygarlık birbirinden ayrılamaz”demiş yaklaşık yüzyıl önce.Modern dünyaya doğru yaptığı yolculukta insanlığa yardım eden  bu ilk içkinin Bira ve akrabalarından biri olarak nitelendirebileceğimiz Boza oluşu John Ciardi’nin sözlerine katılmayı mecbur hale getiriyor.Bira veya Boza,insan tarihinde göçebe yaşamdan yerleşik yaşama geçişe tanık olan ve en çarpıcı biçimde kentlerin ortaya çıkışıyla kendini gösteren sosyal karmaşıklıkta ani bir artışa yol açan çalkantılı bir dönemde ortaya çıktı.Bize tarih öncesinden yadigar bir sıvı olan biranın kökeni,bizzat uygarlığın kökeni yani; Bereketli Hilal olarak bilinen ve bugünkü Mısır’dan Akdeniz kıyısı boyunca güzel ülkemin güneydoğusuna ve oradan da İran ile Irak arasındaki sınır boyunca uzanan bölgeyle iç içedir.Son buzul çağından sonra,MÖ 10000 civarından yabani tahıl toplama işi yaygınlaşınca,bozanın keşfedilmesi de kaçınılmaz oldu.
“Meyhaneciye sormuşlar şahidin kim diye, bozacı demiş.” 
Osmanlı dünyasında alkollü içki resmi olarak yasaklanmış olmasına rağmen,az miktarda da olsa alkol içeren boza meşru sayılan bir içecekti.Bu meşrutiyetin temel nedenlerinden biri de herhalde boza ve ekmekle doyan fukara ve askerler olduğu sürece,bozayı “haram” ilan edip yasaklamanın istenmedik olaylara sebebiyet vermekten başka işe yaramayacağını herkesin bilmesiydi.XVII. asrın büyük muharriri Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde bozayı 2 çeşit olarak belirtir.Bunlardan birincisi:ulemanın dahi içtiği,sarhoş etmeyen(tabii usturuplu içildiğinde) tatlı boza ya da onun diğer bir türü olan maksima bozası;ikincisini ise o muhteşem tasviriyle “Ademi Ayağından Alan” Tatarların su niyetine içtikleri ekşi boza,diğer adıyla içine afyon katılarak üretilen Tatar bozası ve Evliya’nın deyimiyle “İslambol bozası”dır.Hatta boza Tatarlar ve Mısırlıların “milli” içeceği olarak tanımlanabilir.Her ne kadar günümüzde Tatarların en yoğunlukta yaşadığı yerlerin başında gelen Eskişehir’de bile artık Tatar bozası yapılmasa da çok büyük bir inanç ile Türkiye’nin en iyi bozacısı olduğunu iddiaa edebileceğim 1925’den bu yana hizmet vermekte olan “Karakedi Bozacısı”na başta Tatar halkı sonrasında ise yerli halkın yaz,kış fark etmeksizin gösterdiği ilgiyi bu eşsiz lezzeti tadarkan resmedebilmenizi can-ı gönülden isterim.Kim bilir belki de günümüzde unutulmuş Tatar Bozası’nın tekrardan doğuşuna rastlarsınız...



Continue Reading...
Designed By Furkan Kurt